Yaşamak ölmekten hazin geliyor
"Geri zekâlı mısın sen? Kaç kere söyledim sana kıyafetleri bu şekilde gardıroba yerleştirme diye!" Aksiliği hem yüzüne hem de diline vurmuş olan ev sahibesi armut şeklini almış bedenini sporcu taytının içine sokmaya çalışırken telefonun öbür ucundaki kişiye laf yetiştirmeye devam ediyordu. "Ah! Pardon tatlım... Şu yeni başlayan kıza bir türlü öğretemedim giysileri renklerine göre yerleştirmesi gerektiğini. Gerçi ne bekliyorum ki? Kafası çalışan bir şey olsa, bizim eve gündelikçi olmazdı..."
Lal duyduğu sözler karşısında incinmişti. Yine de incindiğini belli etmeden gözünden süzülen tek damla göz yaşını elinin tersiyle silip, hizmetini gördüğü Işınsu Hanımın dediği şekilde kıyafetleri düzenlemek için gardırobun önünden ayrılamamıştı. Halbuki ne çok ihtiyaç duyuyordu hıçkıra hıçkıra ağlamaya... Sadece birkaç ay önce bambaşka bir hayatı vardı. Konservatuarda Şan bölümü öğrencisiydi. Babası ve annesi bir turizm acentesi sahibiydi ta ki tüm dünyayı tepetaklak eden covid pandemisi başlayana kadar. Yeni sezona hazırlık için çekilen krediler, yapılan bağlantılar, bir anda başlayan salgın, kapanan oteller, dokuz şiddetindeki bir deprem gibi Lal ve ailesinin mali durumunu yerle bir etmişti...
Tüm bunlar yetmezmiş gibi babasını ve kardeşini covid yüzünden kaybetmiş, annesi ise hastalık sonrası tam düzelememişti.
Banka kredilerini ve mevcut borçları kapatabilmek için elde avuçta ne var ne yok satmışlardı. Hatta kendi evlerinde kiracıydılar artık. Çok sevgili amcası evi yok paraya satın almış "Taşınmanıza gerek yok yenge, rayiç bir kira belirleriz aydan aya ödersiniz." demişti Lal 'in annesi Veda Hanıma...
Yaşamaları için paraya, para içinde Lal 'in çalışmasına ihtiyaç vardı. Geceleri canlı müzik yapılan mekanlar kapandığı gibi akşamları belli bir saatten sonra sokağa çıkmak da yasaktı artık. Pandemi sadece Lal ve ailesini değil, ülkenin üç de ikisini vurmuştu neredeyse... Hal böyle olunca Lal de kendi yaşıtı tüm gençler gibi "Ne iş olsa yaparım..." pozisyonuna girmiş, tesadüfler sonucu, bu gündelikçilik işini bulmuştu. Çok düşünmüştü aslında intihar etmeyi ancak bunu annesine yapamayacağına karar vermişti her seferinde. İflas ettikleri ortaya çıkınca Lal 'in uzatmalı erkek arkadaşı onu terk etmişti. Lal bir anda sahip olduğu şeylerin hepsini geri getiremeyecek şekilde kaybetmişti. Arada bir Pollyannacılık oynuyor bulduğu iş için şükrediyordu. Annesinin kullandığı ilaçlar epey pahalıydı. Kira, elektrik, su yeme-içme hepsi bir anda Lal 'in sırtına binmişti. Temizlik yapmak, Işınsu Hanıma hizmet etmek bu yüzden onu fazla rahatsız etmiyordu. Rahatsız olduğu tek şey işe geldiğinde giymesi gereken hizmetçi kıyafetiydi.
Ev sahibesi sonradan görme bir kadındı. Beraber yaşadığı sevgilisi Erkan hali vakti yerinde bir iş adamıydı. Lara sahil bandındaki dubleks evi yaptığı çapkınlıkları yok sayması için Işınsu' ya almıştı. Yaklaşık yedi yıldır beraber olmalarına rağmen evlenmemişler ancak bu beraberlikten bir kız çocukları olmuştu. Işınsu günün tamamını telefonla konuşarak, internetten alışveriş yaparak veya tırnaklarıyla, saçıyla ve makyajıyla uğraşarak geçiriyordu. Küçük kız Nazlı içinse evde yatılı, yabancı bir bakıcı çalışıyordu. Lal bu evin içinde dönen kadın-erkek-çocuk ilişkisine anlam veremiyor ancak paraya ve işe ihtiyacı olduğu için çok da kafa yormuyordu. Evin denize bakan terasını temizlemeye çıktığında kısık sesle şarkılar söylüyordu. Nedense arada bir sanki biri tarafından izleniyormuş hissine kapılıyor ve içi ürperiyor ardından bunu diz kapağının bir karış üstündeki kısalıkta olan eteği Işınsu hanımın talimatıyla çorapsız giyiyor oluşuna bağlıyordu.
Salgın sona erse bile okula geri dönmeyi düşünmüyordu Lal. Dönemezdi de...
Ankara'da yeniden bir ev açmak yüzde elli burslu okuduğu konservatuvarın parasını ödemek, ev açmayıp yurtta kalsa bile imkân dahilinde görünmüyordu. Ayrıca annesini bu halde Antalya'da bırakamazdı çünkü doktorların dediğine göre annesi bir daha asla eskisi kadar sağlıklı olamayabilirdi...
Lal gardırobu düzenlemeyi bitirdiğinde Işınsu sadece on beş dakika, görüntü olsun diye sporunu yapmış, koşu bandı üzerinde selfie çekmiş ardından duşunu almış ve üzerinde havlu ile saçlarındaki suyu akıta akıta giyinme odasına gelmişti.
"Lal! Buraya gel!"
"Buyurun Işınsu Hanım..."
Işınsu sırtı dönük bir şekilde üzerindeki havluyu çıkarıp yere atarken bir taraftan iç çamaşırını giymekle meşguldü. Lal içeride olduğunu anlaması için boğazını temizler gibi ses çıkardığında Işınsu bir kahkaha patlattı. "Ay sen ne safoz bir şeysin! Bende olandan sende de var. Şu sutyenimi tak, gel buraya..." Lal hiç ses çıkarmadan gidip arsız kadının dediğini yaptı. Işınsu, yerdeki havluyu alıp saçlarına doladı ardından Lal 'e dönüp konuşmaya devam etti. "Burayı bitirdiysen, terası temizle. Akşam Erkan arkadaşlarıyla mangal yakacakmış. Ben Nazlı ve Nadya'yı alıp alışverişe gidiyorum. Sonra da annemde kalacağım. Sen Erkan Beyin istediklerini hazırlar öyle çıkarsın. Paranı mutfaktaki tel dolabın üstüne bıraktım." dedi.
Işınsu'nun kurduğu cümle karşısında mutlu olmuştu Lal. Çünkü o evde olmadığı zaman kendisini çok daha rahat hissediyor, üç saatte yapacağı işi bir saatte tamamlıyordu. Aslında en çok evin ekosunu seviyordu. Salona bakan galeri boşluğunda durup şarkı söylerken kendisini Açık hava tiyatrosunda konser veriyor gibi hissediyordu. Belki pandemi biterse, mekanlar yeniden açılırsa ve de şansı yaver giderse bir barda solistlik yapabilirdi, kim bilir?
Tek derdi, ailesinin genetik yatkınlığını göz önünde bulundurunca hastalığa yakalanmadan bu süreçten sağ çıkabilmekti. Elektrikli süpürgeyi merdivenin altındaki malzeme dolabına kaldırdıktan sonra temizlik kovasına yerleri paspaslamak için su hazırlayıp kovayla birlikte teras kapısının önünde aldı soluğu.
Erkan Bey denize bakan bu kırk metrekarelik terasta envayi çeşit bitki yetiştiriyordu. Rattan koltuk takımın altında durduğu pergolanın dört köşesinde birbirinden farklı limon ağaçları vardı. Lal en çok terası temizlerken bu limon ağaçlarının yapraklarını okşadığında çıkan kokuya bayılıyordu. Eline aldığı poşetin içine kurumuş ya da artık ömrü dolduğu için koparılması gereken çiçekleri koparıp atarak başladı işe... Sonra teras denizliğinin üzerine kaplanan uşak beyazı mermerin üzerindeki kuş pisliklerini ıspatulayla kazıyarak devam etti. Ardından özel mermer temizleyicisi bulunan şişeyi eline aldı. Önce elindeki beze bir parça temizleyici döktükten sonra kapattığı şişeyi sol eline bir mikrofonmuş gibi alıp sağ elindeki bezi de denize doğru dönerek eller havaya der gibi sallamaya başladı. Hafifçe boğazını temizledi sonra diyaframına dolu dolu bir nefes çekti sanki tüm dünyadaki oksijeni çeker gibi...
"Bir bulut olsam
Yüklenip yağsam
Dökülsem damla damla toprağıma
Bir deli nehir
Bir asi rüzgâr
Olup kavuşsam üzüm bağlarına
Bir çiğ tanesi
Bülbülün çilesi
Annemin sesiyle güne uyansam
Radyoda yanık
İçli bir keman
Ağlasa nihavent acemaşiran
Radyoda yanık
İçli bir keman
Ağlasa nihavent acemaşiran
Ağlasa nihavent acemaşiran
Bir turna olsam
Yollara vursam
Uçabilsem kendi semalarıma
Bir seher vakti
Sılaya varsam
Selam versem ah sıradağlarına
Komşunun kızı
Çoban yıldızı
Yaz bahçeleri yeşil mor kırmızı
Ah şişede lal
Hem de ay hilâl
Bir daha da görmedim öyle yazı
Ah şişede lal
Hem de ay hilâl
Bir daha da görmedim öyle yazı
Bir daha da görmedim öyle yazı..."
Terası inleten alkış sesi, bir anda kendisini şarkı söylediğini hayal ettiği Aspendos Sahnesinden Lara'daki evin terasına çakılmasına sebep olmuştu. Korkudan arkasını dönemiyordu Lal.
"Sesinin bu kadar güzel olduğunu nasıl saklarsın?"
Sesi tanımıştı lal... Bu Erkan'ın sesiydi. Bir bakıma içi rahatlamıştı. Çünkü Erkan, Işınsu'ya göre daha anlayışlı ve ılımlıydı. En azından Işınsu gibi vara yoğa kendisiyle dalga geçmiyordu. Mahcup bir şekilde Erkan'a dönüp "Özür dilerim, haddimi aşmak istemezdim." dedi.
Otuzlu yaşlarının sonuna gelen Erkan genç kızı tepeden tırnağa süzdü. Kızı detaylı olarak incelediğinde Işınsu'nun kızla neden sürekli dalga geçtiğini anlamıştı. Gerçekten güzeldi Lal. Duru bir güzelliği vardı. Doğal kızıl dalgalı saçları, uzun boyu, ince bedenine şekil veren uzun bacakları ve vücudu ile orantılı göğüsleri onu saf güzelliğinin yanında çekici bir kadın haline de getiriyordu. Bıyık altından gülerek "İşin bitti mi?" diye sordu utançtan yerin dibine giren genç kıza...
Lal Erkan ile göz göze gelmemeye çalışarak "Burası kaldı sadece, size masayı hazırlayıp çıkacağım." Dedi
"Haber vermen gereken bir yer varsa geç kalacağını haber ver, bu gece özel misafirlerim gelecek. Servis için burada kal, ekstra ücretini alacaksın." Dedikten sonra kızın cevap dahi vermesine izin vermeden arkasını dönüp gözden kayboldu Erkan.
Işınsu; Lal ile iş görüşmesini yaparken, ona bazen mesaiye kalabileceğini bunun karşılığında da ekstra bir ücret alacağını söylemişti. Demek ki "O gün, bugün..." diye iç çekti Lal. Sonuç olarak her kuruşa ihtiyacı vardı. Pandemi başladığında almış olduğu akıllı telefonu bir ay önce faturaları ödeyebilmek için sattığından ekranı çatlak yarım akıllı telefonunu üzerindeki hizmetçi önlüğünün önündeki cepten çıkarmış, yine ekranı açamamış sinirden merdivenin en üst basamağına oturup kalmıştı. Annesine nasıl haber vereceğini düşünürken gözünden süzülen tek damla yaşı elinin tersiyle silmiş, titreyen ellerine hâkim olmaya çalışarak iç çekmişti. O toz pembe hayatı ne hale gelmişti. Babası, kardeşi, evi, arabası, piyanosu... Hepsi birer birer gitmişti işte. Gözünün önüne doğru uzanan telefon ile başını yukarı doğru kaldırdı Lal. Erkan Bey tepesinde dikiliyordu. Panikle ayağa kalkınca dengesini kaybeder gibi oldu, tam düşecekken belinden yakaladı genç kızı Erkan. Kızın nefesini üstünde hissettiğinde bedeni bir yay gibi gerildi. Üç saniye sadece üç saniyeliğine durdu dünya. Kızı kendinden hızla ittirerek aralarındaki mesafeyi açtı ardından hala elinde duran telefonu Lal 'e uzattı. "Elindeki telefon çöp olmuş artık, bunu al. Benim eski telefonum. Seni idare eder. Kime haber vereceksen ver ardından mutfağa yardıma gel." Deyip yine kızdan uzaklaştı Erkan. Lal önce "Ama..." dedi, ardından bakakalırken "Teşekkür ederim." diye ekleyebildi sadece.
Bir kömür madeni gibi siyahtı her yer...
Dudakları günlerce susuz kalmışta çatlamış gibi acıyordu. Kasıklarında daha önce hiç hissetmediği bir acı vardı. Sanki maket bıçağıyla kesilmiş gibi yanıyordu canı. Elini gayri ihtiyari acıyan yerine, vajinasına götürmek istedi. Yapamadı... Soğuk demir parçası bileklerinin acımasına sebep oldu. O an fark etti kollarından bir çarmıha gerilmiş olduğunu. Bacaklarını oynatmayı denedi, oynatabiliyordu. "Kimse yok mu? Yardım edin!" diye bağırdı ama nafile. Kimseden bir ses gelmiyordu. Dudaklarını ıslatmak istercesine dilini dudaklarında gezdirdiğinde ağzına dolan kan tadıyla midesi bulandı. Neler oluyordu? Neden bağlıydı? Neden hiçbir şey göremiyordu. Sonra bir kapının açıldığını duydu. Sesini çıkarmadan konuşmalara kulak kabarttığında tüm dünyası başına yıkıldı.
"Erkan ölmedi değil mi? İyi ölmesin, yaşasın... Yaşasın ki kadınını nasıl becerdiğimi o da görsün. Getirin onu buraya. Bakalım sevgilisini gözünün önünde s*kerken de susmaya devam edebilecek mi?"
***
Yeni bölümde görüşmek üzere.
Bu satıra hikayeyi okumasını istediğiniz kişiyi etiketlemeyi unutmayın...
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen2U.Com